The Love



The Love
(Aşk)


Hızla ilerleyen, birbirini takip eden araçların sesi, tavan yapan heyecanın etkisi olarak yürekten çıkan sesi bastırıyor ve bu da işine geliyordu Harun'un. Yan yana yürüdükleri için, göz göze değillerdi. Gözlerini kaçırmak zorunda da değildi o yüzden. Kızaran yanaklarını saklamak için başı hafif eğik yürüyordu; o kadar...

Mecidiyeköy'ün* yaz yağmuruyla ıslanan kalabalık kaldırımlarında, kalabalığın aksine yürüyorlardı, ılık esen bir rüzgar eşliğinde. Güzel bir akşamdı ve nöbeti aydınlık devralmadan içinde ki fırtınanın dışarı çıkmasına izin vermek istiyordu. Güneş yepyeni bir güne yeni bir aşkla doğ malıydı.

Ama cesaretini bir türlü toplayamıyordu işte.

Saniyeler geçti...
Dakikalar...

Havadan sudan, saçma sapan muhabbetler havada uçuşuyordu. Ama Harun hala dilinin altında ki aşkı çıkartamıyordu. Mine anlamıştı aslında ama klasik bir kız tavrıyla Harun'dan bekliyordu işte.

Cevahir'in* önüne geldiklerinde incecik yağan yağmurun altında ıslanmışlardı iyiden iyiye. Islak bedenlerin içinde gizli iki kalp yangını ve iki aptal! Otobüs durağına sığındılar ıslanmamak için. Ve işte o anda birbirlerinden köşe bucak kaçan gözler bir anda birbirlerine bakınca film koptu. O anda oldu her şey. Afallayan ruh halinin eseri olarak saçmaladılar, konudan konuya atladılar ama olmadı. Hem daha ne kadar kaçabilirlerdi ki?

Yıldırımlar çakan yüreğini bastırmaya çalışıyordu Mine aslında konuşurken ama aşkın kaçacak yeri kalmamıştı daha fazla. O akşam sessiz sedasız bitip gitmemeliydi. Zira yeni gün yeni aşkla doğacaktı.

- Saçlarım hakkında yorum yapmadın. Nasıl olmuş? dedi yine afacan bir çocuk sevimliliğiyle Mine. Ama Harun'un yüreğini gizlemeye mecali kalmamıştı artık. Yüreğinde ki duygular o kadar yoğun bir hal almıştı ki; aşkın saçılmasını engellemek imkansızdı.

- Güzel de; ben yine gülüşüne takıldım. Çünkü gülüşün bir insana gülmek ne kadar yakışır sorusunun cevabı gibi bir şey dedi.

İki aptal aşık sessiz kaldı bir süre. Mine duyduklarına inanamıyor. Harun söylediklerine... Toparlamaya çalıştı elbette:

- Neyse. Saçların çok güzel olmuş böyle de. Eski hali de güzeldi ama. Yani hepsi yakışıyor aslında. Yani... Demek istediğim...

Olmadı. Toparlanacak gibi değildi artık etrafa saçlan aşk parçacıkları. Bir yürek dolusu zerre; toplanabilir mi hiç? Kaçmanın anlamı yoktu artık. Harun:

- Seviyorum.
- Ne?
- Seviyorum. Seni işte...

Saniyeler yine birbirini izledi sonra baktılar birbirlerine öylece... Bu kez sessizliği bozma sırası Mine' deydi. Naz yapmazsa olmazdı sonuçta.

- Nereden biliyorsun?
- Anlamadım?
- Sevdiğini nereden biliyorsun? Ne değişti ki?

Şaşırmadı aslında Harun. Mine yine yaramaz çocuk rolünü oynuyordu. Ona da çok yakışıyordu. Daha da şirin görünüyordu Harun'a...

- Biliyorum. Çünkü artık seni hiç bir duyumla hissetmiyorum. Sen soyutlandın sanki bir anda ve ben seni hissedemiyorum. Sana dokununca kalbime elektrik vermiş gibi oluyorum. Öyle delice atıyor ki korkutuyor beni. Seni görünce de aynı... Kokunu duyduğumda hele; ölüyorum zannediyorum. Anlayacağın sen artık duyularıma değil yüreğime hitap ediyorsun; o dokunabiliyor sana, o hissedebiliyor seni... Yani ben... Seviyorum seni...

Bakıştılar. Gülümsediler. İki aptal aşık! sarıldılar sonra. Mecidiyeköy'ün ıslak kaldırımlarında. Kalabalığa inat, kalabalığın tam ortasında...

Ve sonunda üç elma düşmedi; kimsenin kafasına. Onlar mutluluğa ererken biz kerevetine de çıkmadık. Mutlu sonla biten klasik bir masal değildi bu. Hatta bu masal da değildi zaten.

Gerçek şu ki; Aşk Nedir? sorusu her bireyin aklına takılmıştır muhakkak. İşte Aşk budur!

Duyularınızın kapsama alanından çıkmışsa; ve siz ona dokunduğunuz da yüreğinizin okşandığını hissediyorsanız. Kokusunu içine çektiğiniz de o, yüreğinize doluyorsa; sesini duyduğunuz da yüreğiniz bayram yerine dönüyorsa; onu gördüğünüzde ılık bir rüzgarın ortasında, sımsıcak bir temmuz akşamında, sahilde çalınan bir gitarın telinde kayboluyorsanız; ve çalan müziğin armonisi oysa sizin için; Aşk budur!

Aşk Nisan yağmurunda ıslanmak gibidir işte.

Bu da şarkı olsun; damardan alın: Nisan Yağmurları


*Mecidiyeköy: İstanbul'da bir semt.
*Cevahir: Mecidiyeköy'de bir AVM




---
Bu yazıyı yazarport.com, edebiyatdefteri.com, birmilyonkalem.com ve yazarkafe üzerinden okumak için tıklayın.


Labels: