Hamiyet Akan Söyleşisi

Göçebe Şehrin Efendisi adlı şiir kitabını okurla buluşturan blogger Hamiyet Akan ile Mayıs 2015'te yayınladığımız bir dijital dergi için bir söyleşi yapmıştım. Söyleşinin üzerinde biraz zaman geçti fakat daha fazla kişiye ulaşması adına burada da durmasını istedim.
*

Akan ile yazmak üzerine, şiir ve günümüz gelişmelerinin edebiyata ve şiire katkıları üzerine konuştuk.

Öncelikle sizi tanıyalım. Hamiyet Akan kimdir?

Ben 1977 yılında İzmit’in şirin bir sahil kasabasında dünyaya gelmişim. Aslen anne ve baba tarafından Sinop’luyum lakin ailem, babamın denizcilik işletmesindeki görevi nedeniyle 1960 yılında gelip İzmit’e yerleşmişler. Bu sayede ben bir deniz sarhoşu olarak İzmit’te gözlerimi dünyaya açmışım.

Henüz yedi yaşındayken eğitim için anne ve babamdan ayrılarak İstanbul’a ablamın yanına yerleştim. İlkokulu ablamın, ortaokulu ağabeyimin yanında İstanbul Üsküdar’da bitirdim. Bu yıllar arasında annemden ayrı kalmak beni duygusallığa sürükledi. İlk şiirimi ilkokul sıralarında anne özlemi ile yazdım. Ortaokulda ve daha sonra ki yıllarda yine şiir yazmaya devam ettim. Ama esas tam anlamıyla yazmaya başlamam 2005 yılına rastlar.

1995 yılının kasım ayında, on sekiz yaşındayken evlendim. İki yıl sonra şubat ayının on yedinci gecesi ömrümü adayacağım ve güzel olan her bir şeyim diyeceğim, dünyalar güzeli bir kızım oldu. Onu en güzel şekilde büyütmek için elimden geleni yapmaya çalıştım.

Ayrıca kızımı büyütürken hem kendi işimizde çalışıyor, hem de açıktan liseye devam ediyordum. Liseyi başarılı bir şekilde bitirmiştim ve üniversiteyi de okumak istiyordum. Üniversite hayali içimde her geçen gün alevleniyordu fakat üniversiteyi kızım on üç yaşına gelene dek erteledim. Açık öğretimden üniversiteyi okuyabilirdim lakin idealim örgün öğretimdi ama kızımı da kimseye emanet etmek istemiyordum. Bu nedenle benden önce yavrum gelir diyerek büyümesini bekledim.

2010 yılında üniversite sınavına girdim ve Namık Kemal Üniversitesi Turizm ve Otel İşletmeciliği bölümünü kazandım. Eğitimim için her gün Tekirdağ’a servisle gidip geldim. Her sabah dörtte okul yoluna düşüp her akşamın zifiri karanlığında evime gelip gece yarılarına kadar evdeki işlerimi yaptım. Birkaç saatlik uyku ile her gün kilometrelerce yol kat ettim. Servis yolculuğunu, ders aralarını kendime ders çalışma zamanı ilan ettim ve bu özverili çalışmamın karşılığını 2012 yılında 4 üzerinden 3.48 not ortalaması ile okulu bitirerek aldım. Şu an ise açık öğretim fakültesinde lisans tamamlamaktayım ve son senemdeyim.

2012 yılının eylül ayında Yeditepe Üniversitesinden gelen bir teklif üzerine iş hayatına atıldım. İş hayatına başladıktan kısa bir süre sonra aynı yıl içinde, ekim ayında annemi hazin bir şekilde beyin kanaması nedeniyle kaybettim. Küçüklüğümden beri yaşadığım anne hasreti o günden sonra daha da baş edilemez boyuta ulaştı. Uzun bir süre annemin ölümüne alışamadım, kabullenmem oldukça zor oldu.

Üniversitenin kız yurdunda, yurt idaresinde 2014’ün Kasım ayına kadar görev aldım. Lakin 2014 yılında kanserin başlangıç evresiyle tanıştım. Bu nedenle tedavi ve kontrol sürecine girdim. Bununla birlikte iş hayatımı sağlık nedenlerinden ötürü sonlandırmak zorunda kaldım. Hayata bağlılığım sebebiyle şu an bedenimdeki hücre anormalliklerini yendim ama tekrarlama riskine karşın kontrollerim halen devam etmekte. Üst üste yaşadığım ameliyatlar ve hayatın zorlukları karşısında hep şiirlerime sığındım.

Başınız sağolsun. Ve çok geçmiş olsun. Sağlık önemli o yüzden hepimiz için sağlıklı günler diliyorum.

Çok teşekkür ederim. Allah herkese sağlık nasip etsin ve tabi ki ardından huzur. Bu ikisinin olduğu yer bana göre cennetin kendisidir.

Bu arada sürpriz… Hemşeri çıktık :) Yalnız ben bu üniversite aşkınıza hem imrendim hem bu özverinizi kıskandım. Oldukça zor bir süreç olmuştur hiç şüphesiz. Tüm bu zorluğuna rağmen bu süreci göze almanızın özel bir nedeni var mıydı?

Aaa.. Benim için bu gerçekten bir sürpriz oldu ve çok sevindim hemşerim olmanıza :)

Çok zor bir süreç geçirdim. Size kısa bir anımı anlatayım: üniversitenin ilk günü, okulun neresine gideceğini bilmeyen hala yüreği çocuk olan bu kadın listeye baktı sınıfı öğrendi ama sınıf boş ve kimse yoktu. Hocayı bulmak için odasına gittim, kapıyı tıklayıp içeriye girdim. “Fazilet hocam, ben öğrenciniz Hamiyet yeni kayıtla okulunuza geldim. Bugün listede dersimizin olduğu yazılı lakin sınıfta kimse yok. Acaba ders ip tal mi?” dedim. Aramızda geçen kısa konuşma sonrasında dersin iptal olduğunu ve ertesi gün yapılacağını öğrenip oradan ayrıldım.

Ertesi gün hocam konferans salonundaki derste kendimi tanıtmamı istedi. Benim İstanbul’dan hem de Anadolu yakasından her gün servisle gelip gideceğimi, aynı zamanda evimle kızımla ilgileneceğimi duyduğunda, biraz üzgün ve biraz da hayretle:

“Kızım sen nasıl başaracaksın bunu!” dedi. Ben de: “Hocam, karınca kâbe aşkından yanıp tutuşurmuş ve bir gün karar vermiş, düşmüş kâbe yoluna. Onu görenler demişler ki: “Bu küçücük boyunla sen nasıl gidersin onca yolu!” Demiş ki: “ Gidemesem de bu yolda ölürüm ya, o bana yeter.” Bende düştüm bir yola bu büyük aşk sayesinde. Başarır mıyım, başaramaz mıyım, biter mi bu okul bilmem ama başaramazsam bari derim ki ben bu yolu yürüdüm, ben o sıralara oturdum, ben üniversitenin havasını ciğerlerimin her köşesine soludum.”

O gün hocamın gözleri dolu dolu odu ve sınıfa dönerek bu kadına not konusunda yardım etmeyeni gebertirim dedi ama gelin görün ki sonra ki günlerde tüm okulun soru bankası ben olmuştum. Sınavlardan önce yüzden fazla soru çıkartıyordum ve neredeyse çıkardığım tüm sorular sınavlarda birebir çıkıyordu. Artık benim tanımadığım öğrenciler bile beni bulup not alır olmuştu.

Bir süre önce okula hocalarımı ziyarete gittim ve her gün nasıl gelip gittiğime gerçekten şaşırdım :)

Şimdi bunca sıkıntıya neden katlandığımı sanırım anlayabilmişsinizdir. Aşk, bunun adı aşk. Okuma aşkı tüm damarlarıma yayılmıştı ve engel olamıyordum. Şuna inanıyorum, insan isterse her zoru başarabiliyor, yeter ki içinde o pıt pıt atan şeye inansın ve kendine güvensin.

Peki bugüne dönersek, bir blog açma fikri nereden geldi? Nasıl oldu bu iş?

Yazmaya dediğim gibi yıllar önce okul sıralarında başlamıştım ama onlar hep acemice yazdığım şiirler idi. Yıllar geçtikçe şiirlerim şekillenmeye ve birikmeye başlayınca kendime bir internet sayfası açmaya ve insanlarla paylaşmaya karar verdim. 2005 yılında Blogcu ile karşılaştım ve orada yazmaya başladım. İki yıl kadar orada yazı, öykü ve şiirlerimle paylaşımlarda bulundum. Lakin Blogcu’nun ilk başlardaki çizgisinden ayrılması ve aşırı reklam içeriklerine yer vermesi nedeniyle oradaki sayfamı kapatarak Blogger’a geçiş yaptım.

Peki ya şiir? Şiirin hayatınızda ki yeri nedir?

Şiir, benim dünyamda nefes almanın diğer adı. Gece demem, gündüz demem her şeyden üryan olup şiiri giydiririm ruhuma ve bedenime. Kadehime kelimeleri doldurur içerim, geceleri yorgan misali örterim üstüme. Penceremi açtığımda şiirce gülümserim güneşe, ağladığımda şiir dökülür gözlerimden mendilime. Yeri gelir yol olur kaybolduğumda, yeri gelir kayboluşum resmi olur sayfalarda. Yeri gelir aş olur acıktığımda, yeri gelir aşık olur yüreğimin el değmemiş kıyılarına ve ne zaman nefessiz kalsam nefes olur bana şu küçücük dünyamda.

Oldukça şiirsel ve güzel bir cevapla cevabımı almış bulunuyorum :) Peki biraz teknik olarak bakacak olursak şiir sizce nedir? Ya da neler şiirdir, şiirin bir tanımı var mı? Bir metnin şiir olarak tanımlanabilmesi için ihtiyacı olan şey nedir?

Gözünüzün görebildiği, yüreğinizin hissedebildiği her şey şiirdir aslında. Bir çiçek renk renk açarken, güneş ılık ılık teninize değerken, denizin maviliği gözlerinizin rengiyle buluşurken şiirleşir dünya. Yağmurda, bir kumsalda yürürken, ayak parmaklarınızın arasını kum tanecikleri okşarken şiirleşir dünya. Sevdiğinizin sesinden en güzel besteyi dinlerken, gülümseyişiyle ruhunuz doyarken şiirleşir dünya. Evladınızı kucağınıza alıp, içinize kokusunu çektiğinizde şiirleşir dünya. Bu liste böyle uzar gider çünkü şiirin değmediği hiçbir şey, hiçbir canlı ve hiçbir varlık yoktur.

Bir metnin şiir olarak tanımlanabilmesi için bir bütünlük, samimiyet, akıcılık, estetik ve hissiyat içinde olması gerekir. Yahya Kemal Beyatlı, şiir için der ki: “Şiir, nesirden bambaşka bir kimliktedir. Musikiden başka türlü bir musikidir.”

Tüm bunlar ne kadar da doğru... Dediğiniz gibi şiir her şeyde… Şiirle ilk tanışmanızın erken yaşlarda anne hasretiyle olduğunu söylediniz peki bunun sonrasında şiirin peşinden gitmenizi, şiirin sularında sürüklenmenizi sağlayan neydi?

Hayat öyle bir deniz ki sizi mutlaka bir yerlere sürüklüyor ve beni de şiirin kıyılarına sürükleyen hatta bazen girdabına çeken bir şeyler var ama bunun ne olduğunu tam olarak şu yaşıma kadar öğrenemedim. Çoğu zaman yabancı kalıyorum bu dünyaya çünkü benim içimde yaşattığım dünya ile bu dünya birbirini asla tutmuyor. Tutmadığını gördükçe de kendi iç dünyama çekiliyorum ve şiire sığınıyorum. José Ortega y Gasset şöyle der: “İnsanı kuraldışı yapan şey herhalde içinden taşmaya başlayan ve kendisine bir ‘iç dünyası’ yaratan, o hayal ve düş bolluğu olmuştur.” Beni de şiire sürükleyen bir hayal dünyası ve düş bolluğu demek, sanırım daha doğru olacak.
Ne güzel. O düş bolluğuna hepimizin ihtiyacı var. Şiire hepimizin ihtiyacı var. Siz şiirlerinizi yazarken nelerden etkileniyorsunuz? İlham kaynağınız nedir?

Ansızın gelir şiir, yeri ve zamanı yok. Gözümün gördüğü, yüreğimin hissettiği her şey ilham kaynağım olabiliyor. Çoğu zaman bir hayale yazar kalemim. Bazen de birinin acısı, birinin sevinci etkiler beni, yazarım.

Eskiden insanların bir bölümü şiirle ilgilenirken, şimdilerde sosyal medyanın da etkisiyle her insan bir şekilde şiire dokunuyor. Günümüzde şiir kavramı bir popülerlik kazandı sanki. Siz ne düşünüyorsunuz bu konuda?

Bence iyi ki de her insan dokunuyor şiire çünkü şiire dokundukça dünya güzelleşecek ben buna inanıyorum. Bazı kesimler herkesin dokunmasıyla şiirin sıradanlaştırıldığı görüşünde, ben buna katılmıyorum. Hele genç neslin şiirle haşır neşir olması beni çok mutlu ediyor ve umutlandırıyor. Şiire dokunan bir gençlik bence siyaha dokunmaz, kire bulanmaz.

Yeşili bu denli sömürdüğümüz bir dünya düzeninde en azından yaşamı yeşertmek şiirle mümkün diyebiliriz o halde. :) Yine hayatımızda büyük önem kazanan sosyal medya araçları sayesinde aslında çevremizde birçok şair olduğunu keşfettik. Yani herkes şiir yazıyor ya da bir şekilde şiirle ilgili. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Yeşili, maviyi ve hatta tüm güzel renkleri sömürüyoruz. Aynen öyle, biraz şiir ve mutlaka sevgi inanıyorum ki tüm karanlıkları silecektir hayatlarımızdan. Sosyal medyanın işte bu yanını çok seviyorum. Birçok bilinmeyen yazar ve şairi gün yüzüne çıkarıyor. Eskiden defterlerde kalan şiirler şimdi insanlarla buluşuyor, bundan güzel ne olabilir…

Kesinlikle insanlar artık yazdıklarını çekmecelerinde saklamak zorunda değiller. Ve böylelikle sadece çok satanlar listelerinde görebileceğimiz yazarlarla ya da tanınmış simalarla sınırlı değiliz. Peki, bu şekilde bloglar ya da sosyal medya araçları aracılığıyla şiirini insanlara ulaştırmaya çalışan insanlar arasında takip ettiğiniz, okuduğunuz birileri var mı?

Elbette, bloglar da çok kuvvetli kalemler var. Onları tek tek ayırmam imkânsız ama şöyle söyleyeyim hisleriyle yazan her kalemi takip eder ve okurum.

Örnek aldığınız, belki ilham aldığınız, okumaktan keyif aldığınız şair/ler var mı?

Tüm şairleri okumaktan keyif alırım ve her biri bana bu yolda kat etmem gereken daha çok fazla yolum olduğunu söyler satırlarıyla.

Beni henüz çocukken en çok ve ilk etkileyen iki şairi hemen söylemek isterim; biri Ümit Yaşar Oğuzcan, diğeri ise Necip Fazıl Kısakürek’tir. Ümit Yaşar’ın sevda şiirleri, Necip Fazıl’ın maneviyat dolu şiirleri ruhumu sarıp sarmalamıştır. Necip Fazıl sizi iki satırla bambaşka alemlere götürür, Ümit Yaşar’sa soluk soluğa aşkı doldurur kanınıza.

Birçok şairin şiirlerinden keyif alırım. Hangi birini söyleyeyim ki; Mehmet Akif Ersoy, Nazım Hikmet, Ataol Behramoğlu, Atilla İlhan, Orhan Veli Kanık, Aragon, Sunay Akın, Can Yücel, Pablo Neruda, Ömer Hayyam, Fuzuli, Faruk Nafiz Çamlıbel, Turgut Uyar, Şükrü Erbaş şu an ilk aklıma gelen şairler bunlar.

Şiir dünyanız oldukça geniş. Peki, tüm bu isimlerin eserleri arasından en sevdiğiniz şiir hangisi? Çok beğendiğiniz, ilk sırada tuttuğunuz bir şiir var mı?

Şiiri bir şehir olarak düşünürsek, bu şehrin içinde birçok yol vardır. Her birinden geçmeniz gerekir o şehri tanımanız için. İşte ancak bu şekilde şiirin büyülü dünyasına ulaşabilirsiniz. Tek bir yoldan gideyim derseniz çıkmaz bir sokak çıkar karşınıza ve kalakalırsınız. Şairler şiir şehrinin yollarıdır sizi en iyiye ulaştıracak olan.

En sevdiğim şiir Ümit Yaşar’ın ‘Unutma ki’ adlı şiiridir. Bu şiiri ne vakit okusam bana güç verir.

Bir şiir kitabınızda yayımlandı. Şimdi biraz da kitabınızdan bahsedelim. Göçebe Şehrin Efendisi... Bu isim nereden geliyor, anlamı nedir?

Kitabımın ismi, yine kitabımda aynı adla yer alan şiirimden geliyor. Anlamına gelecek olursak, bedenimizde göçebe bir şehir gibidir yüreklerimiz; bazen sevince göç eder, bazen hüzne, bazen aşka, bazen ayrılığa ve bir gün gelecek, sonsuza göç edecek. İşte bu nedenle kitabımın ismi, Göçebe Şehrin Efendisi…

Kitabınızın adı dahi böylesi bir anlam taşıyor, bu harika! Peki, kitapta ki şiirlerde ağırlıklı olan tema nedir? Bir şiir sever kitabınızı okuduğunda nasıl bir duyguya kapılır?

Kitabım bir sevda kitabı ve sevdaya dahil olan tüm duygulara sahip. Bu kitap aşk, tutku, acı, özlem, ayrılık teması üzerine kurulu. İçinde birçok duyguyu barındırdığı için herkeste farklı hisler uyandıracağını düşünüyorum.

Kitabınızda ki şiirlerden sizin en beğendiğiniz hangisi? Neden?

Cennet Gülüm isimli şiirimin ben de ayrı bir önemi vardır. Kızımı kollarıma aldığımda yazdığım bir şiirdir. Manevi değeri oldukça büyüktür.

Okur Göçebe Şehrin Efendisi’ni neden okumalı? Bu kitap okura ne vaat ediyor?

Yolunun sevdaya çıkmasını isteyen herkes okumalı çünkü sevdanın her haline bürünüyor kitabımdaki şiirler. Kitabım hakkında benim şunu vaat ediyor demem doğru olmaz, buna okur karar verir ve yorumlar.

Peki, şiir okumak... Bu soruya bir şiir sever olarak cevap verecek olursanız, şiir nasıl okunmalı?

Şiir, hissederek okunmalı. Hissedilmeden okunan şiir tıpkı tadı tuzu olmayan bir yemek gibidir; yersiniz karnınız doyar ama lezzet alamazsınız. Şiiri öyle okumalısınız ki, her cümlesinde duygularınız bir nehir gibi akmalı karşınızdakine ama her şeyden önce şiiri okuyan kişi, şiiri anlamalı çünkü size anlattığını anlamadığınız bir şiiri hissedemez ve okuyamazsınız.

Haklısınız… Hep şiir üzerine konuştuk. Biraz farklı türlere geçelim. Bugün elimizde Göçebe Şehrin Efendisi, şiir kitabınızı tutuyoruz. Bir sonra ki kitabınızın farklı bir türde olması ihtimali var mı? Yoksa bu şiirsel yoldan yürümeye devam mı edeceksiniz?

Son günlerde babamın anılarını ve tarihsel olayları içeren bir roman üzerinde çalışıyorum. Bu kitap yakın bir zamanda çıkacak bir kitap değil, oldukça fazla tarihsel araştırma yapmam ve babamla yapmış olduğum röportajları düzenlemem gerekiyor. Ama yakında yine bir şiir kitabıyla karşınızda olma ihtimalim yüksek. Tabi ki sağlık ve imkânlarım el verirse…

Bu harika bir haber… Yeni şiirlerinizi ve yeni kitaplarınızı bekliyor olacağız. Söyleşimizi noktalamadan önce şunu da soralım. Hamiyet Akan ne okur? Hangi yazarlar favorileriniz arasında?

Teşekkür ederim. Yazı, şiir, öykü, roman her şeyi okurum. Dünya klasiklerini çok severim. Özellikle Frances Hodgson Burnett’in Gizli Bahçe ve Balzac’ın Vadide ki Zambak isimli kitapları favorimdir.

En çok okuduklarımdan bazıları; Danielle Steel, Canan Tan, Ayşe Kulin, Nazan Bekiroğlu, Elif Şafak, Susanna Tamaro, İskender Pala, Jojo Moyes sayılabilir.

Benim için keyifli bir sohbet oldu. Çok teşekkür ederim. Bundan sonra ki yaşamınızda ve yazın hayatınızda başarılar diliyorum. Takipçinizim :)

Bilmukabele benim içinde öyle oldu. Bana vakit ayırıp böyle kaliteli sorular hazırladığınız için ve güzel dilekleriniz için teşekkür ederim...

*
Bu söyleşi Mayıs 2015'te BÖİD dijital dergisi için yapılmıştır.
Erdi Karadeniz
Hamiyet Akan ile Söyleşi
Söyleşi - Röportaj

Labels: