Yok ben zaten o ‘
duyguları’ iyi bilirim. Ben yalnızım, ben kaybetmişim vs. diyorsanız (bkz: ben); işte o zaman daha kötü bir son bekliyor sizi. Filmi izlerken, filmin içinde buluyorsunuz kendinizi bir anda. Sanki bir Mete’siniz, bir Kaan’sınız ya da Kaybedenler Kulübü programının dinleyicilerinden, o manevi kulübün bir ferdisiniz. Sanki sinemaya aktarılan hikaye sizin hikayenizmiş, sizden izler taşıyormuş gibi… Buraya kadar sorun yok. Zevkle izliyorsunuz/yaşıyorsunuz filmi. Ancak filmin o sahnesinde; Kaan Çaydamlı’nın ‘
Önümüzde ki Salı gecesi ve bundan sonra ki gecelerde sizlerle birlikte olamıycaz. Kaybedenler Kulübünün bu gece ki ve tüm nüshaları sona erdi.’ repliğiyle finalini yaptığı sahne de sizde bitiyorsunuz. Oturduğunuz koltuk da öylece kalıyorsunuz. Yapacak hiçbir şey yok. Eğer duygusal bir yapınız varsa ağlamak isteyebilirsiniz. Finali takip eden ilk bir saat bu duygular böyle devam ediyor. Her şey o kadar boş geliyor ki; hiçbir şey yapmak istemiyorsunuz...
...
Kaybedenler Kulübü; Nejat İşler’in belki de en iyi performansını sunduğu proje olmuş bence. Canlandırdığı karakter öyle yakışmış ki üzerine; sanki rol yapmıyordu!
Oyunculuğunu çok başarılı bulduğum Yiğit Özşener’de yine harika bir oyunculuk dersi vermiş. Adam kendini her projesinde belli ediyor.
Ahu Türkpençe muhteşemdi (oyunculuk olarak yani). :)
Özetle muhteşem bir ekiple, ilginç bir hayat hikayesi, harika bir filme dönüşmüş. Tolga Örnek çok kaliteli bir filme imza atmış. Ekip film; tedirginlikle izlenesi bir film sunmuş bizlere...
...
Filmden sonra nasıl olduğunuzu soranlara ‘standart’ deme isteği duyabilirsiniz. Bir boşvermişlik havasına bürünebilirsiniz. Filmi izlemeyenler daha fazla ertelememeli diye düşünüyorum.
Her neyse;
Bu yazıyı montana çetesine, şehrin kötü çocuklarına, tıp dünyasında büyük bir çalkantı yaratan son günlerin en gündemde konusu erol egemen sendromuna, tüm kötü ruhlara armağan ederek bitirelim bizde…
Bu arada ‘kim bu erol egemen ya?’ diyesim var!